Ölü Havuzun Çocukları
Güncelleme: 19 Ocak 2024
Neredeyse on beş saattir açık olmasına rağmen musluk havuzun ancak yarısını doldurmuştu. Çetinle birlikte önce kerpiç damlarına tırmanmış, kuşbakışı etrafı inceleyip kimsenin bulunmadığına kanaat getirince İkikapılı sokaktaki taş duvardan aşarak kurumuş otların arasında çok fazla gürültü çıkarmadan yavaş adımlarla havuzu kontrole gelmiştik.
Önceki gün Bekçi ikindiden sonra mesaisini bitirip Bisan bisikletiyle Kızılcaoba’daki evine gittikten hemen sonra Emrullah’la havuzun musluğunu açmıştık. Bekçi ayrılırken Gazipaşa İlkokulu’nun bahçesinde top oynuyorduk. Yol seviyesinden 2-3 metre aşağıda olan okulun bahçesi yolda örülü 1 metre yüksekliğinde duvarla çevriliydi. Aşağıdan bakınca bekçinin duvarın üstünde kayıyormuş izlenimi veren başını görüyorduk sadece. Topu bırakıp olduğumuz yerde donakalarak bu ilginç sahneyi izliyorduk. Bekçi başını sola çevirip okulun bahçesine göz atınca buzlarımız ansızın çözülüyordu. Hiçbir şey olmamış gibi oyuna devam ediyorduk kendisiyle göz göze gelmeden. Biraz sonra planı devreye sokacağımızı biliyordu muhtemelen. O gün çocuklara inat edecek kadar keyfi yerindeyse her an baskın yapabilirdi bize. Bu nedenle Emrullah’la musluğu açmaya giderken kardeşim Bünyamin’i gözcü bırakmıştık geride.
Neredeyse her hafta sonu aynı döngü devam ederdi. Bekçi bazen kontrole gelir musluğu kapatırdı. O gittikten sonra biz tekrar musluğu açardık. Nadiren yakalansak da eninde sonunda bu havuzu doldururduk.

Şardağı’nın eteğinde etrafı taş duvarlarla çevrili kocaman bir ağaçlığın tam ortasındaydı bu havuz. Annem her gün balkonundan bu yeşilliği seyreder “Deden güzel yere ev yapmış, hiçbir zaman önümüz apartmanlar tarafından kapanmayacak.” derdi. Kutu gibi 60 m² sobalı evini en şatafatlı dairelere değişmemesi de bundandır. Mahalle sakinleri dışında bu havuzun varlığı pek bilinmezdi aslında. Bazen omuzlar üstünde taşınan yükle kalabalık bir grup gelir, önce okul ve ağaçlık arasındaki yolda sıra sıra dizilirler sonra hepsi birden ağaçlık alanın aynı bölgesine giderler, yarım saat kadar bekleyip hepsi birden omuzlarındaki yük olmaksızın tekrar ağaçlığı terk ederlerdi. Bir de bayram sabahları kalabalık olurdu burası. Bayram namazının ardından arabalarıyla ve yürüyerek gelen yüzlerce insan ağaçlığın her yerine dağılırdı. Bu zamanlarda yakınından geçenler biliyordu muhtemelen havuzun varlığını.
Çocukluğumuz bu yeşil alanda geçti. Geceleri saklambaç oynar, bekçinin tatil yaptığı Pazar günleri ise doldurmayı başarabilirsek havuzda yüzüp serinlerdik. Para vermeden yüzdüğümüz, duvarlarına çıkıp dikildiğimiz 5×5 metre boyutlarında dışı yeşil boyalı bir havuzdu. Suyu her zaman bulanık olurdu. Elimizi bir karış derinliğe batırınca bile göremezdik. Hiçbir zaman anlam veremezdik içme suyuyla dolan bir havuzun neden bu renge dönüştüğüne.
Üzerinde kocaman harflerle AĞAÇLARI SULA yazıyordu. Ağaç sulamak için kullanıldığını hiçbir zaman görmemiştik. Okumayı öğrendiğimiz yıllarda 6-7 yaşlarında tanışmıştık bu havuzla zaten. Öğretmenlerimizin verdiği okuma fişleri kadar katkı sağladığı bir gerçekti bize. Etrafta bir sürü kısa cümleler yazılı tahtadan, demirden, mermerden levhalar vardı. Yüzerken yorulunca kollarımız dışarı doğru uzatır, çenemizi havuzun duvarının balık sırtı sıvanmış yüzeyine yaslar etrafımızdaki levhaları okurduk.
“Biz de gezerdik sizin gibi, siz de geleceksiniz bizim gibi…”
“Mustafa Oğlu Mehmet…”
“Emekli Başçavuş Halil..“
“El Baki hüvel Baki…”
”Ruhuna Fatiha”
Sonra aramızda konuşurduk.
“Ali geçen hafta dedesini göstermişti. Şu mavi demirli olan mıydı? Bak büyükanam şu tarafta, büyük çam ağacının arkasında. Çıkınca yanına gidelim. Senin deden de burada mı?”
Matematiğe de katkısı vardı buranın. Levhalarda tarihler yer alırdı.
“Doğumu: 1951 Ölümü: 1971”: Bak bu yirmi yaşındaymış.
“Doğumu: 1320 Ölümü: 1940”: 620 yaşında mıymış bu? Babama soracağım bunu.
Anladınız muhtemelen. Elbistan kent merkezindeki Gariplik Mezarlığının tam ortasındaki havuzdan bahsediyorum. Gariplik çocukları olarak Ceyhan’ın bir çok noktasıyla birlikte bu havuz da yüzmeyi erken öğrenmemize vesile olmuştur.
80’lerin başında doğan çocuklar olarak mezarlığı gündelik hayatın içine dahil eden son nesil olduk. Diğer mahallenin çocukları mezarlığın önünden geçmeye korkarken bizler yanında büyüdüğümüz bu mezarlıkta çocukluğumuzu geçirdik. Oyunlarımıza mekan oldu burası. Mermer mezar taşlarının ve kocaman ağaçların arkası, uzun otların arası saklambaç için en uygun yerlerdi.
Yaz aylarında envai çeşit meyve ağaçlarıyla beslerdi bizi. Alıç, elma, vişne, armut. Hayatımda ilk defa ıhlamur ağacını bu mezarlıkta gördüm biliyor musunuz? Başka şehirlerde de mezarlıklar ziyaret ettim ama Gariplik Mezarlığı’ndaki gibi meyve ağaçlarıyla bezenmişini görmedim.
Bizler büyürken Gariplik Mezarlığının meyve ağaçları çocukları mezarlıktan uzaklaştırmak için tek tek kesildi. Biz de zaten o dönemler korka korka toplardık. Yanlış anlaşılmasın. Yediğimiz meyvenin zararlı olmasından ya da mezarlığın kendisinden korkmazdık. Ham softa kaba yobaz birileri görür de kızar diye korkardık. Bir de bekçiden korkardık, her an bir köşeden çıkagelip bizi ağacın tepesinde yakalayacak diye. Kimseye zararımız yoktu oysa. Kuşlar gibi bu ağaçtan rızıklanır, sahiplerine bir Fatiha okurduk. Hem belli ki kabirdekinin yakınları, ziyaretçileri ve mahallenin çocuklarını düşünerek dikmişti bu ağacı değil mi? Kendi evi için olsaydı bir gün gelir toplardı. Bizden ve kuşlardan başkasının yediğini görmemiştik bu ağaçlardan.
Gariplik Mezarlığının havuzu ve meyve ağaçları daha o yaşta bize gerçek korkuyu öğretmişti: Ölüden değil diriden korkmayı…
Yusuf Bey, çok güzel bir kaleminiz var. Bence kitap yazmalısınız. Çocuk kitabı da olur. Kaleminize sağlık. Sevgiyle kalın.