Hogarth ve Munro’nun Seyahatleri: 1891 Yılında Maraş
Güncelleme: 15 Ocak 2020
D. G. Hogarth (1862-1927)
İngiliz arkeolog ve bilim insanı David George Hogarth, Magdalen Kolej’de Antik Medeniyetler üzerine eğitimini tamamlamıştır. 1909’dan vefat ettiği 1927 yılına kadar Oxford’da bulunan Ashmolean Müzesi müdürlüğünü yapmıştır. Kraliyet Coğrafya Topluluğu üyesidir. 1887-1907 yılları arasında Mısır, Girit, Suriye ve Anadolu’da pek çok kazıda görev almıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında gönüllü olarak orduya katılmış ve İngiltere Ordusu’nun Denizcilik İstihbarat Birimi’nde Binbaşı rütbesiyle vazife almıştır. Yakın zamanda notlarını çevirip yayınlayacağım, Kahramanmaraş hakkında önemli bilgiler veren Mark Sykes’in girişimleriyle kurulan Arap Bürosu’na Sykes’in ardından 1916’da yönetici olarak atanmıştır. Bu görevi sırasında Arabistanlı Lawrence olarak bilinen Thomas Edward Lawrence ile yakın çalışmış ve Arap İsyanı’nın planlamasına katkı sağlamıştır.
1891 yazında J.A.R. Munro ile birlikte Mersin’den Samsun’a uzanan ve şehrimizden de geçtikleri bir seyahate çıkmış ve notlarını farklı kitaplarda derlemiştir.
Hogarth Tarafından Kaleme Alınan Eserler
Hogarth büyük bir zaman dilimine yayılan seyahat ve kazı çalışmalarından edindiği bilgileri birçok kaynak esere dönüştürmüştür. Eserleri genellikle seyahatname formunda değildir. Farklı seyahatlerde edindiği bilgileri belirli konu başlıkları ile kitaplarında bir araya getirmiştir.
- 1888 Yılında Kıbrıs’ta Bir Arkeolojik Seyahat Üzerine Notlar – 1889
- Levant’da Dolaşan Bir Bilim İnsanı – J.A.R. Munro’nun Fotoğraflarıyla – 1896
- Philip ve Makedonyalı İskender – 1897
- Küçük Asya’nın Doğusunda Modern ve Antik Yollar – J.A.R. Munro ile Birlikte – 1898
- Arabistan’a Nüfuz Etme – 1904
- Yakın Doğu – 1905
- İyonya ve Doğu – 1909
- Bir Antikacının Tesadüflerle Dolu Hayatı – 1910
- Antik Doğu – 1914
- Arabistan Tarihi – 1922
- Hitit Kralları – 1926
J. A. R. Munro (1864-1944)
İngiliz arkeolog, tarihçi ve bilim insanı John Arthur Ruskin Munro, İngiltere’nin güneyindeki Charterhouse Okulu’nda eğitim aldı. Kıbrıs Araştırma Fonu tarafından 1889-1890 yıllarında yürütülen Kıbrıs kazılarına başkanlık yaptı. 1919’dan vefat edeceği 1944 yılına kadar Lincoln Koleji’nin rektörlüğünü yapmıştır.
1891’de D.G. Hogarth ile birlikte Mersin’den Samsun’a uzanan ve şehrimizden de geçtikleri bir seyahate çıkmışlardır.
Hogarth ve Munro’nun Seyahatlerinde 1891 Yılının Maraş’ı
Hogarth ve Munro 1891 yazında Mersin’den Samsun’a uzanan arkeolojik keşif gezisinde Maraş’tan da geçmişlerdir. Küçük Asya’nın Doğusunda Modern ve Antik Yollar eserinde bu seyahatine geniş yer veren Hogarth, Levant’da Dolaşan Bir Bilim İnsanı eserinde bu seyahati anlatmamış, hatta Maraş’tan hiç bahsetmemiş ama bu seyahatlerinde Munro’nun çektiği ilimize ait 3 fotoğrafı kullanmış. Bu fotoğraflardan Göksun’a ait olan bir tanesini de kitabının iç kapağına layık görmüş. Bir Antikacının Tesadüflerle Dolu Hayatı eserinde de çok kısa şekilde bu seyahatine ilişkin kısa bilgiler vermiştir.
Müellifin ölümünden 70 yıl geçen bu eserlerin orjinal hallerinin telifi ortadan kalmış ve herkes tarafından kullanılabilir hale gelmişlerdir. Ben de eserlerdeki metinleri Türkçe’ye çevirip meraklılara sunuyorum. Unutulmamalıdır ki orjinal eserin telifi bulunmasa da benim yaptığım çeviriler sonrası ortaya çıkan Türkçe metin teliflidir. Bu yazıya bağlantı verilerek özeti veya birkaç paragrafı başka kaynaklarda kullanılabilir. Kaynak gösterilse bile çeviri metnin tamamı veya büyük bölümünün başka kaynaklarda kullanılması yasaktır. Bu durum yeni çeviriler yapma şevkimizi de kıracaktır ayrıca.
Küçük Asya’nın Doğusunda Modern ve Antik Yollar
1891 yazında 7 haftadır Batı ve İç Anadolu’da keşifler yapan Prof. Ramsay ile Mersin’de buluşup geçen yaz yarım kalan seyahati tamamlamayı planlamıştık. Prof. Ramsay sahile ulaşmadan ciddi şekilde hastalanmış ve İngiltere’ye dönmek zorunda kalmıştı. 27 Haziran 1891‘de Lincoln Koleji’nden J.A.R. Munro ile birlikte Adana‘dan yola koyulduk. Dağları aşarak geçen yılki rotaya Şar‘da (Tufanbeyli taraflarında bir antik şehir) ulaştık.
Antitorosların güneyini araştırmak amacıyla güneydoğuya yönelerek Roma Askeri Yolu’nu doğuya doğru takip edip Elbistan‘a ulaştık. Doğuda bulunan Malatya‘ya ilerlemeden önce yoldan saparak Torosları aşıp Zeytun üzerinden Maraş‘a ulaştık. Kolera salgını nedeniyle karantina altına alınan Maraş’ta birçok günümüz heba oldu.
Hogarth kitabın devam eden bölümlerinde Çukurova’yı Fırat Vadisi’ne bağlayan önemli geçitleri detaylı şekilde anlatmaya başlıyor.
Maraş-Göksun Yolu
Doğuya doğru devam eden bir diğer geçit Maraş’tan Göksun’a (Antik Cocussus) uzanıyor. Bu geçit Toros duvarı ile Antitorosların en doğu ucunu oluşturan Binboğa arasındaki bir çöküntüde yer alıyor.
Bu rotanın Göksun Ovasında kalan son kısmı dışında hiçbir bölümünü görmedim. Ancak sıklıkla kullanan Göksun yerlileri, Haçin ve Maraş’ta bulunan Amerikalılar ve Maraşlı Ermenilerin tanıklıklarıyla, bu yolun doğuya açılan en rahat geçit olduğu söylenebilir. Hem güney hem de kuzeyde eğiminin makul, yol zemininin düz, mesafenin 18 saat olduğu söylenen yolda yazlık yaylalar dışında hiçbir köy bulunmadığı ifade ediliyor. 1892’nin başında bu yolu kateden Muhterem C. H. Robinson bana yazdığı mektubunda yolun kolaylığını doğruluyor ancak Maraş’a 16 saat mesafede Takir (Tekir) isimli bir Hristiyan köyden geçtiğini belirtiyor. Kar nedeniyle yolunu pekçok kez değiştirdiği için bu köyün yol güzergahında olduğuna emin olamadım.
Elbistan-Maraş yolunun zorluğu ve antik merkez konumundaki Kayseri’ye olan uzaklığı göz ününde bulundurulduğunda antik dönemde Göksun-Maraş yolundan çok daha önemli olduğu ortaya çıkıyor. İkinci yolu İmparator Basil 877’de, Romen Diyojen ise 1068’de kullandı. Basil ormanların arasında nispeten daha az kullanılan bir yola saparak bu rotayı kısaltmak zorunda kalmıştı. Daha doğuda kalan geçidin mütemadiyen kullanılması muhtemelen Mazaca-Kayseri değil Pteria’nın (Yozgat dolaylarında antik önemli bir yerleşim) başkent olduğu erken dönemlerde daha doğrudan bir yol açmasıyla izah edilebilir. Aslantaş ve Izgın‘da bulduğumuz eserler, güney geçidinden kuzeye ulaşan yol güzergahında önemli medeniyetlerin bulunduğuna işaret ediyor. Bu da tıpkı sonradan tarih sahnesinden silinecek olan Kapadokya’nın kuzeyindeki devasa şehirlerin Pers Kraliyet Yolu’nu etkilediği gibi sonraki dönemlerde büyük güney yolunu etkilemiştir. Modern Elbistan-Maraş yolunun antik dönemdekinden daha zorlu olduğu da burada ifade edilmelidir.
Maraş’tan Kuzeye Çıkan Yollar
Maraş’tan kuzeye devam eden Elbistan ve Zeytun yollarını 1891’de katettik. Her iki yol 21 mil (34 km) mesafedeki Ceyhan Köprüsü’ne kadar kesişiyor. Yol daha kısa olması adına Maraş’ın kuzeyinde 3000 fit (920 metre) yükselen Akkar Dağı‘nın (Ahır Dağı) çok dik ve kayalık yamaçlarını aşarak Ceyhan’a ulaşıyor. Ceyhan’ın sol sahili dört mil boyunca takip ederek yolcuların güvenliğini sağlamak ve Zeytunlu Ermeniler tarafından sıklıkla tahrip edilen köprüyü korumak amacıyla yapılan küçük bir karakola ulaştık. Köprünün en son geçen yıl yeniden inşa edildiğini öğrendik. Buraya Pac diyorlar.
Antik dönemde ismi Pyramus olan Ceyhan, Küçük Asya’nın doğusundan Akdeniz’e dökülen en görkemli nehir. Olağanüstü pınarlardan doğduktan hemen sonra Söğütlü Irmağı, Hurman Suyu ve Gök Su (Göksun Çayı) ile birleşerek daha kaynağında geçit vermez bir nehre dönüşüyor. Kollarından bir tanesi olan Hurman suyu boyunca zorlu bir sürüş yaptık ama köyün batısındaki devasa kaynağın 3 mil aşağıda Hurman’la birlikte Ceyhan’a karıştığı bölüme kadar aşamadık. Gök Su da buradan 5 mil aşağıda Ceyhan ile buluşuyor. Tüm yatağı boyunca Ceyhan koyu sarı ve hızlı akar. 80 mil mesafede yaklaşık 2000 fit düşer. Maraş’a 21 mil, kaynağına 80 mil uzaklıkta bulunan Pac Köprüsünde, Ceyhan’ın yaz ortasında (30 Temmuz) genişliğini 150 fit olarak ölçtük. Her iki kıyıdaki izlere bakıldığında baharda nehrin 400 fit genişliğe çıktığı rahatlıkla söylenebilir. Taşıdığı toprağa rağmen temmuz ayında suyu gayet içilebilirdi. Zeytun ve Elbistan yolu bu noktada birbirinden ayrılıyor.
Maraş-Zeytun-Elbistan Yolu
Zeytun Yolu, Pac köprüsünü geçerek Ceyhan’ın sağ sahilinde devam ediyordu. Köprü akıntının ortasındaki bir kayalığın üzerinde bulunan harçlı taş ayak yardımıyla nehrin ana yatağını aşıyordu. Benzer bir teknikle inşa edilen tek açıklıklı geçiş yolu da bahar aylarında genişleyen nehir yatağını aşarak karşı kıyıya ulaşıyordu. Köprünün üst yolu ahşaptan yapılmıştı, her iki tarafında korkuluklar vardı. Genel olarak çürük görünen köprü, sudan yeterince de yüksek değildi.
Ceyhan’dan uzaklaşan yol dört mil boyunca Zeytun Suyu’nu seyrek ve bodur ormanlar arasında takip etti. Kestirme olsun diye suyun sol yakasındaki dik yamacı tırmandık ve ekili bir platoyu geçip 3 milin sonunda Ilıca Hamamı‘na ulaştık. Sıcaklığını 104 F (40 C) olarak ölçtüğümüz, sülfür kokulu, grimsi renkte suyu denedik. Deri hastalıkları ve sıracalı dertleri çok olan Zeytunlular bu suya çok kıymet veriyorlar. Bu noktadan Zeytun’a kadar yol neredeyse aynı seviyede, Zeytun Suyu’nun arasından aktığı toprak tepelerin etrafını dolanarak devam ediyor.
Raporlarda Zeytun’un nüfusunun Haçin’inki kadar olduğu belirtiliyor. Şehir yine Haçin’de olduğu gibi Zeytun Suyu’nun aktığı vadinin kuzeyinde yükselen, tepesinde bir kale bulunan kayalığın üç tarafına kurulmuş. Kayalığın ötesine doğru uzanan kasaba, Haçin’den daha güzel, iyi imar edilmiş, daha temiz ve daha hayat dolu. Osmanlı hükumeti, güneybatısında bir tepeye inşa ettiği, Maraş’a telgraf bağlantısı olan bir karakoldan Zeytun’u idare ediyor.
Vadinin her iki yakası enerji dolu Ermenilerle ve doğanın müsaade ettiği kadar bağ, bostan ve mısır tarlaları ile kaplı. Baş döndüren deresi, her yere dağılmış bahçeleri, göz alıcı manzarası ile bu kartal yuvası kadar büyüleyici çok az yer vardır Küçük Asya’da. Küçük Asya son on yılda yaşanan en büyük sorunlarının bu güzel coğrafyada zuhur bulduğunu anlamakta zorlandık açıkçası.
Her neyse! Zeytun, türünün en iyi örneği diyebileceğimiz bir haydut kasabası konumunda. Maraş’ın tüm Paşaları’nın başına bela olmuş. Kavgacı yönleri, Ceyhan’ın kaynağına yakın bir yerde Toroslar arasındaki Geben’de bulunani 1375’te yıkılan Küçük Ermenistan’ın son prensliğinden bakiye kendilerine. Özgür Ermeniler’in yüz tipleri ve ruh halleri burada hayata devam ediyor. Uzun boylu, yakışıklı, keskin hatlı, keçi kadar çevik, aslan gibi cesur Zeytunlular, 14 yıl önce Osmanlı’nın bölgeyi idare edeceği kışlayı büyük emeklerle inşa edene kadar bağımsız şekilde yaşıyorlardı.
Birkaç kez Maraş’taki Amerikan Misyonerlerinin yoğun arabuluculukları ile kötekten kurtulmuşlardı. Bu kriz anlarından birinde muhterem T. Christe at sırtında normalde dört gün süren Maraş-Halep yolunu bir buçuk günde katederek Vali’ye şikayet mektubu ulaştırmış. Zeytunlular, aslında hala tam olarak boyunduruk altına alınamamışlar. Bir yıl kadar önce açık bir şekilde tekrar isyan etmişler. Topa tutulmaktan son anda Amerikalılar sayesinde kurtulmuşlar. Bu olay, Maraş’ın bir önceki paşasının akılsız uygulamaları neticesinde cereyan etmiş.
Zeytun’da Asılsız İddialar
Bölgeye çocuklara aşı yapmak için hükumet tarafından gönderilen doktorun aslında çocukları zehirlediği hakkında bir rapor da ateşe körük olmuş. Bu tamamen temelsiz bir suçlama. Kadın, erkek ve çocuk tüm Zeytunlular yüzlerce yıldır süregelen akraba evliliğinden kaynaklanan kalıtsal hastalıklar taşıyorlar. Irsi olarak zayıf olan bebekler aşı yaralarına dayanamadıkları için ölmüşler. Bu durumu birkaç Ermeni doktorla da görüşerek teyit ettim. Bu konuda devleti suçlamanın yersiz olduğunu, bu söylentilerin tamamen kötü niyetliler tarafından çıkarıldığını ifade ettiler.
Bu asılsız iddialar sonrasında Ajan olarak değerlendirilen sağlık ekibi öldürülmüş, Pac Köprüsü yakılmış, geçitler kapatılmış, gerilla savaşı baş göstermiş. Devletin gücünü göstermesi ve Amerikalıların arabuluculuğu ile en azılıları dışında tüm isyancılar kısa sürede teslim olmuş. Alınan acil önlemler neticesinde piskopos ve diğer önemli kişiler tutuklanmış ve en azından şimdilik bölgede isyanlar kontrol altına alınmış.
Hükumet tarafından bakıldığında bu dikbaşlı İsmaililer’e (İncil’e göre İsmail’in soyundan gelenler) karşı alınan ciddi önlemlere hak verilebilir. Kendi Derebeyleri, Babic ve diğer yerli prensliklerin halefleri döneminden beri, Zeytunlular geçitleri kapatmış, Toroslarda iletişimi üzücü bir şekilde engellemişlerdir. Bununla birlikte, güçlü ve gururlu Zeytunlulara karşı bu şekilde basit zorlama politikaları uygulandığı sürece barış ve huzurun kalıcı bir şekilde güvence altına alınması mümkün görünmüyor.
Devlet eski ağaları yerlilerin itibar edeceği Zeytunlu bir kaymakam ile değiştirirse ve Zeytunlular’ın kendi vergilerini toplayıp bu vergiden belirli bir miktarını Maraş Paşası’na ödemelerine müsaade ederse, bu arı kovanında barış ihtimali oluşabilir. Karakolu tuttukları müddetçe Türkler şehri kontrol edebilirler ancak bir uzlaşmaya varılmazsa çevredeki geçitlerde ve bölgede süregelen sıkıntılar devam edecektir. Fındık tarafından bu taraflara doğru devam eden Çerkez yerleşimlerine de sınırlama getirilmeli. Her iki tarafında yorulmadan ve cesaretle devam ettirdiği bu mücadele dostane bir düzenleme ile sona erebilir. Aksi takdirde bir ortaçağ krallığının bu ilginç bakiyesi tamamen yok edilemez.
Zeytun’un erken dönem tarihi bilinmemektedir. Tekabül edebileceği tek Bizans şehri (Roma kaynaklarında belirtilen), Germanicia‘nın kuzey yolunda oldukça güçlü bir yer olan ünlü Adata veya Hadath’tır. Ancak Prof. Ramsay Adata’nın Maraş’a ve geçitin ağzına Zeytun’dan daha yakın bir yerde bulunduğu düşünür. Şunu da kabul etmek lazım ki, Zeytun’da herhangi bir antik kalıntı da yer almamaktadır.
Zeytun’u ilk olarak Ermenilerin kurduğu varsayılırsa, Rupenyanların 11. yy’da zaptettiği bir haydut kasabası veya Maraş’ın kaybedildiği 14. yy’da Hristiyan mültecilerin kurduğu bir kasaba olabilir. Haçin gibi Zeytun da krallığın (Kilikya) düşüşünden önce herhangi bir tarihçinin notları arasında yer almıyor. Büyük Ermeni kaleleri arasında da sıralanmıyor ayrıca. Ritter bu uzak ve korunaklı vadinin Geben’i kaybettikten sonra dağılan Ermenilerin doğal olarak barınabileceği bir yer olduğunu ancak Kilikya kapılarından Besni’ye kadar tüm Torosların 11. yy’da Ermenilerce iskan edildiğini ve Ermeniler’in 14. yy’da tekrar kuzeye dönene kadar bu bölgede birçok adı sanı bilinmeyen köyün varolabileceğini belirtir.
Aziz John Chrysostom‘un Göksun’a sürgün edilişinin hikayesinden öğrendiğimiz kadarıyla bu tepeler 5. yy’da haydut yerleşimleriyle doluydu. Neticede 1375 yılında Geben’in düşüşünden önce Zeytun ve Haçin’in var olup olmadığı iddia etmek zor ancak bu tarihten sonra her iki şehrin büyük önem kazandığına kimse su götürmez bir gerçek.
Berut Dağı
Zeytun’dan ayrılırken patika tekrar suya iniyor ve bir taş köprü vasıtasıyla karşıya geçip, akıntının doğduğu bu noktadaki zorlu vadiden kurtulmak için sağ sahilde basamaklar ve zikzaklarla yukarıya tırmanıyor. Bu zorlu ve daralan geçitten tırmanan bir yolcu birazdan batı sırtından geçeceği Berut Dağı‘nın karla boyanmış yamaçlarını önünde görmeden önce, takip ettiği dereyi birkaç kez nehri aşmak zorunda kalacaktır. Vadinin başına ulaştığında kendisini 7450 fit (2270 m) yüksekliğinde bir dağ çıkıntısı yanında bulacak. Köşeyi dönmeden önce 220 m derinliğindeki çöküntüyü aşıp tekrar aynı yükseklikteki tepeye tırmanması gerekecek.
Zeytun’dan ayrıldıktan sonra dar, sarp ve tehlikeli olan bu yolda herhangi bir köy göremeyecek olan yolcular, yazları yolun solunda ilk dağ çıkıntısına pek de uzak olmayan Ala Punar‘da kurulmuş yaylayla karşılaşabilirler. İkinci tepeden sonra Berut Dağı’ndan aşağıya, dik fakat çok zor olmayan yoldan inişte önce sağda sonra solda sırasıyla 10 ve 30 dakika mesafede birer yayla daha var. Temmuzun 10’unda Berut Dağı’nın kuzey yamaçlarında 2400 metreye kadar öbekler halinde hala bulunuyordu. Dağın zirvesi 3000 – 3300 m arasında bir yüksekliğe sahip olmalı.
Geçitin kuzey kapısında, Zeytunluların verimli ovalara erişimini engellemek için 40 Arap askerin konuşlandırıldığı Erejik (Ericek) isimli bir müslüman köy bulunuyor. Bu noktadan Göksu ve Ceyhan’a doğru uzanan dağ etekleri Türk ve Çerkezler tarafından iskan edilmiş. Alçaldıkça tarım ve hayvancılığa aşırı derecede uygun hale gelen bu topraklarda sayısız köy yer alıyor. Hurman Suyu, Elbistan’a 8-10 km mesafe kala sıska bir ahşap köprüyle aşılıyor. Antitoroslarla bağlantılı olarak Elbistan ovasının özellikleri daha uygun olarak düşünülebilir.
Maraş-Kısık-Elbistan Yolu
Maraş’tan Elbistan’a giden diğer yol Ceyhan’ın görkemli yatağını takip eder. Maraş ve Elbistan arasında kullanılan esas güzergah olan bu yol en az Zeytun üzerinden giden yol kadar güzeldir. Pac Köprüsü‘nde Zeytun yolundan ayrılarak 10 km boyunca Ceyhan’ın sol sahilinde suyun sınırındaki hafif eğimli, çayırlarla kaplı dar yolu takip eder. Buradan sonra çayırlar azalır, vadinin yamaçları kademeli olarak yükselerek nehri 600 metrelik kayadan duvarların arasına hapseder.
Bu noktada sağ sahilde keçilerin bile ilerlemesi mümkün değildir. Sol sahil boyunca düşen kayaların oluşturduğu patika; 1,5 km ilerde 250 metre yüksekten suya bütünüyle düşüp yolu kapatan devasa kayaya kadar ilerlememizi sağlıyor. Bu kayanın hemen aşağısında bir köprü fark ettik. Uçurum nedeniyle yakınına gidemedik ama nehrin her iki yakasında ve akıntının ortasında bir kaya üstünde bulunan ayak kalıntılarındaki taş işçiliği Bizans eserlerini andırıyordu. Antik dönemde yolun -muhtemelen yapay bir dolguyla- bu köprüye ulaştığı, Ceyhan’ı geçtiği ve buradan sonra daha ilerlenebilir olan nehrin sağ sahilinde devam ettiği bizce çok açıktı. Bu şekilde önümüzde çıkıntı yapan devasa yalçın kayalığa el merdiveni ile tırmanıp çok da kolay olmayan şekilde tekrar inmek zorunda kalmazdık.
Yolun buraya kadar olan bölümü Kısık (Kussuk) olarak bilinen Toroslar’daki en sarp geçittir. Normal bir yola göre en az bir buçuk saat daha uzun süren bu zorlu yolun en büyük mahzuru uçurumun kenarında tırmanışın verdiği gerginlik ve iniş sırasında vücutta yorgunluktan yaşanan sarsıntılardır.
Zirveye ulaştığımızda güneyde heybetli kayaların arasında akan nehrin muazzam manzarası yorgunluğumuzu alıp götürüyor. Kısık yolunu izlerken sağda kalan Berit Dağı‘nın (Beirut) yüksekliği 3050 metreden aşağı değil. Biraz önce tırmandığım sarp kayalığın güney yüzünde çatlaklar arasına tutunan ağaçlar ve şelaleler oluşturarak nehre dökülen akıntılar var. Biraz daha aşağıda ağaçlar şeritler halinde su kenarına sıralanmışlar. Her iki yandaki kaya duvarların üst kısımları çam ormanlarıyla, zirveleri ise çıplak kayalıklarla kaplı. Kuzey taraflarda manzara aynı ama daha açık. Vadinin en dar ve zorlu kısmında kuzeyden esen sert rüzgarın uğultusu yolu daha da ürkütücü hale sokuyor.
Yol, küçük bir bekçi kulübesinin orada su seviyesine erişti tekrar. 400 metre ilerde Pac’daki ile aynı tarzda inşa edilmiş bir diğer köprü ile nehrin sağ sahilinden bir yol geliyordu. Bu yolun Afşin‘den (Yarpuz) geldiğini öğrendik. Elbistan yolu geçidin kuzeyde açıldığı verimli vadide kurulmuş, Türkmen ve Ermenilerin yaşadığı Hacınınoğlu (Hajin Oglu) ismindeki köyden geçiyor. Batısını nehre kadar ağaçların sardığı bu vadinin, doğusu mısır tarlaları ve çayırlarla kaplı.
Yolun en zorlu kısmını geçmiştik. Nehir yeniden daraldığı yerde yükselmeye başlayan yol yine dikti fakat uçurumlu değildi. Yorucu bir tırmanışın ardından nehir seviyesinden 600 metre yüksekte çıplak ama verimli bir platoya ulaşılıyor. Maraş asıllı müslümanların her yıl yayla kurduğu bu düzlüklerde harman yerleri ve ekilmiş araziler vardı. Yakınlarda sabit bir yerleşim yok. En yakın köy Elbistan’ın altı saat güneyindeki Ambararası‘dır (Ambar / Ekinözü). Dağın her iki yakasındaki ovalarla iletişimdeki zorluklar ve yüzlerce yıldır dağlıların estirdiği kötü hava, sulak ve bol ağaçlı bu vadilere hem müslümanların hem hristiyanların yerleşmesine engel olmuşa benziyor. Çerkezler şu sıralar kuzeydeki ovalardan bu taraflara doğru yükseklere çıkmaya başlıyorlar. Çerkezler gelinceye kadar sadece birkaç Türkmen aile batıda Zeytunluların sınırlarına yerleşmiş, bazı Kürt grupları ise bu dağların doğu bölgelerine yerleşmişler.
Maraşlıların Chilal Oglu Kurtul ( Celal Oğlu Kürtül) yaylasından Albistan’a ulaşan yol hayli meşakkatli. Ceyhan’ı kuşatan dağların arasındaki vadilerde akıp Ceyhan’a karışan derelerin etrafında bazen 300 metreye ulaşan seviye farklarıyla sürekli inip çıkmak zorunda bırakıyor yolcuları. Topraklı yokuşlar çoğu yerde tek bir ağacı dahi barındırmasa Ambararasi (Ambar), Okukoi (Kötüköy?), Jellinga (Cela/Ekinözü), Kukuje (Güplüce?) gibi yola yakın pek çok Ermeni ve Müslüman köyü besliyor, her çeşit mahsulü bolca yetiştiriyor bu topraklar.
İçme Suyu
Albistan’a dört saat uzakta İçme Su olarak bilinen meşhur bir şifalı su kaynağı var. Yerel Ermeni doktorlar tarafından idrar söktürücü özelliği bulunduğu belirtilen bu su; dahili ve harici olarak kullanılıyor. Suyu tattık, çok tuzlu ve demir yönünden doymuş olduğunu gördük. Kuyunun etrafında yaklaşık bir düzine çadır kurulmuştu.
Aşağıdaki tablo Maraş-Elbistan yol güzergahındaki durakların mesafelerini ve yüksekliklerini gösteriyor.
Mesafe (mil) | Durak | Rakım (Feet) |
… | Maraş | 2628 |
4 | Ahır Dağ Geçidi | 5562 |
9 | Çam Pınar | 3462 |
14 | Berit Çayı | … |
21 | Pac | 2330 |
Zeytun’dan Geçen Yol
29 | Ilıca Hamam | 3858 |
34 | Zeytun Köprüsü | 3833 |
… | Zikzakların Zirvesi | 5210 |
46 | Alapınar Yaylası | 6758 |
48,5 | Zirvedeki ilk geçit | 7451 |
52,5 | Zirvedeki ikinci geçit | 7426 |
58 | Ericek | … |
66 | Kavak Ağaç (Kabaağaç?) | 4295 |
69 | Hurman Köprüsü | … |
74 | Elbistan | 4100 |
Kısık Yolu
25,5 | Pınar | … |
27,5 | Kısık Geçiti’nin eteği | … |
28,5 | Kısık Geçiti’nin zirvesi | 3401 |
31 | Derbent | … |
32,5 | Hacınınoğlu | 3292 |
38 | Zirve | 5071 |
45,5 | Celal Oğlu Kürtül Yaylası | 6061 |
52,5 | Ambararası | … |
55 | Zirve | 5882 |
58 | Hala Su (Nergele ?) | 4350 |
59 | İçme Suyu | … |
66,5 | Zirve (Belan) | 5669 |
71 | Elbistan | 4100 |
Bu yollar Kuzey Suriye ve Anadolu arasında günümüzde kullanılan yollardır. Sonuncusu Yarpuz (Arabissos) (Afşin) ve Maraş (Germanicia) arasındaki Bizans ve İslam ordularının sıklıkla kullandığı meşhur geçitin bulunduğu yoldur. Yarpuz ve Maraş arasındaki antik yolun son dönemlerdeki gelişmesiyle önem arzeden Elbistan’dan geçmesini gerektiren hiçbir sebep yok. Bugün de kullanılmakta olan Afşin-Elbistan yolu, Izgın’ın batısındaki devasa kaynağa ulaşmadan hemen önce güneye dönüyor ve zikrettiğimiz kasabanın 8 km uzağında Hurman Su Köprüsü’nün hemen güneyinde Elbistan Zeytun yoluyla kesişiyor olmalı. Antik yol buradan sonra günümüzde kullanılan Zeytun yolu değildi muhtemelen. Çünkü o yolda hiçbir antik ize rastlamadım ama Ceyhan’ın yatağını takip eden yolda antik belirtiler çok fazla idi. Bu durum Bizans dönemindeki yolun Kısık’tan geçtiğini açık şekilde gösteriyordu.
Daha önce bahsettiğim harabe köprü ve hemen altındaki nehrin sol sahilindeki kayalara oyulmuş yol ve kaldırım izleri de bu görüşümü destekliyor. Sonuç olarak, Maraş’a ulaşan yolun Hurman Köprüsü’nden sonra ne Zeytun yolunu ne de nehrin sol sahilindeki yüksek tepeleri takip etmediğine, şimdi harap olmuş köprüye kadar Ceyhan’ın sağ sahilini izlediğine inanıyorum.
Maraş’tan gelirken Hacınınoğlu Yaylası’nın oralarda sağa dönerek tepelere tırmanmıştık. Burada nehrin karşı yakasında vadi tabanında bir yol görmüştük. Bakımsız, eskimiş ve çok dar olan bu yolun nadiren kullanıldığını aşikardı. Günümüzde merkezi konuma sahip Elbistan’a ulaşmayacağına kanaat getirdiğimiz bu yolun yukarı Ceyhan havzasındaki düzlüklerde bugün artık önemini yitirmiş köylere ve Yarpuz’a ulaştığı şüphe götürmez bir gerçekti. Bu eski yol Kısık yakınlarındaki köprüyle sol sahile geçtikten sonra modern Maraş Yolu ile 5 km boyunca Pac’a kadar kesişiyordu. Modern Maraş yolu buradan sonra nehir yatağından uzaklaşıp Ahır Dağı’nın kuzey yamaçlarına tırmanıyordu. Yolun bu bölümünde herhangi bir antik belirtiye rastlamadım. Muhtemelen Bizans döneminde yol Pac’dan sonrada nehrin sol sahilini takip ederek Ahır Dağı’nın batı eteklerine kadar iniyor ve oradan sonra doğuya dönerek Germanicia‘ya ulaşılıyordu. Dolayısıyla geçidin girişini koruyan meşhur müstahkem kale Adata, nehrin Maraş Ovası’na açıldığı noktada, Maraş’ın birkaç km batısında aranmalı.
Şimdilik bu kadar. Seyahatin devamında Elbistan ve Afşin anlatımları ile Kanlıkavak mezarlığındaki Roma mil taşları sizleri bekliyor olacak. Takipte kalın.
çok severek takip ettigim bir site
Harikasınız tarihçi olmam ve yerel tarihe merakım nedeniyle sever3k takıp ettiğim bir site Emekleriniz zayi olmasin. Devamlarını sabırsızlıkla bekliyorum…