Alman Hekimlerin 1909 Yılındaki Elbistan Gezisi
Güncelleme: 12 Ağustos 2023
Aşağıdaki yazı, 19. yy’dan itibaren Anadolu’da azınlıklara yönelik faaliyet sürdüren Alman Misyonu yayını Gündoğumu dergisinde 1910 yılında yayınlanan “Elbistan Gezimiz” başlıklı makalenin tarafımca yapılan tercümesini içermektedir.
Maraş Alman Hastanesi‘nde görev yapan iki hekim ve bir hemşirenin Maraş’tan Elbistan’a uzanan yolculuğunun anlatıldığı makalede özellikle iftar yemeği ve Elbistan coğrafyasına ilişkin anlatımlar dikkat çekicidir.
Çeviri Notları
Almanca bilmiyorum. Almanca-İngilizce dilleri arasında çok iyi sonuç verdiği bilinen yazılımlarla metni önce İngilizce’ye aktarıyor, sonrasında İngilizce’den Türkçe’ye kendim çeviriyorum.
Yer, kişi ve kültürel ögeleri koyu yazdım. (Yay ayraç) içindeki ifadeler orijinal metinde de vardı. Esas metinde kullanılan kelimeyi ve kendi kısa açıklamalarımı göstermek istediğimde [köşeli ayraç] kullandım. Uzun açıklama yapmak istediğim yerler için de dipnot kullandım.
Esas metinde bulunmayan bölüm başlıklarını okuyucu için daha erişilebilir olması için ben ekledim.
Bu bölümden itibaren çeviri metin başlamaktadır. Keyifli okumalar dilerim.
Elbistan Gezimiz
Maraş misyon hastanemizden Hekim Muellerleile ve Hemşire Ina Meincke, geçen sonbaharda Maraş’ta özellikle Elbistan bölgesine uzun bir yolculuğa çıktılar. Hemşire Ina bu gezideki izlenimlerini aşağıdaki raporla bize ulaştırdı.
Geçen yıl Elbistanlılara kendilerini ziyaret edeceğimiz sözünü vermiştik. Aynı yıl haziran ayında buna niyetlendik ama aramızdan birilerinin sürekli katliam1 bölgesine gitme mecburiyetinden dolayı bu sözümüzü tutamamıştık.
Geçtiğimiz eylül ayında Dr. Muellerleile2, Dr. Kalusd (yerli bir hekim) ve ben yılın bu zamanı şartlar çok uygun olmasa da yola koyulduk. Birçok insan bu zamanlarda hala şehir dışında bağlarındaydılar. Elbistan’a katır sırtında üç günde ulaştık.
Harika manzaralar sunan dağlar arasındaki yol genellikle yabani ve romantik olsa da bazı bölümleri çok tehlikeliydi. Bu bölümlerde katırlarımız güvenle ilerleseler de hayvanlardan inip yürümeyi tercih ettik. Daha güvenli bir yol vardı ama bize fazladan bir güne mal olacağı için tercih etmemiştik. Yürümemizi imkansız hale getiren yağmur Rabbimizin merhametiyle yolun en kötü bölümüne ulaştığımızda durmuştu. Üçüncü gün öğle vakti sağlam ama yorgun bir şekilde Elbistan’a ulaştık.
Elbistan
Bahçe anlamına gelen Elbistan’ın [Albostan] verimli arazilerinde muhteşem buğday ve kaliteli sebzeler yetişiyor. Özellikle bir başı 5,6 kg [12 Pfund] gelen beyaz lahanaları meşhur. Sırtını bir dağ sırasına yaslayan şehrin önünde geniş bir düzlük uzanıyor. Şehre bir saat uzaklıktaki sayısız kaynaktan doğup, şehrin tam içinden akan Ceyhan ile Elbistan’ın bazı caddeleri Venedik’i andırıyor.
Sabahtan akşama kadar aralıksız poliklinik hizmeti verdik. Arada küçük operasyonlarla da uğraştık. Varlıklı Türklerin evlerine muayeneye çağrıldığımız da oldu. (Elbistan hatrı sayılır zengin Türk nüfusuyla bilinir.)
Ne yazık ki kalabildiğimiz birkaç gün, insanlarla yakınlaşmaya yetmedi. Onlarla çok az da olsa konuşacak fırsat bulamadık. Oysa bu yörenin insanlarını yakından tanımak istiyorduk. Hastanemize yıllardır gelen Elbistanlıların Tanrı’nın sözlerine çok açık olduklarını görüyordum. Herkes bizi baharda Elbistan’a davet ediyor ve orada iki ay geçirmemiz gerektiğini söylüyordu.
Şimdi ise yardım kuruluşumuzun Elbistan’a küçük bir hastane açmasını öneriyorlar. Hastane için arsa ile kurulum masraflarınds kullanılmak üzere 1000 lira (1 lira = 18 mark) bağışlamaya razılar. Herşeyin ucuz olduğu bu bölgede 500 lira inşaata kalan 500 lira ise malzemelere yetecektir. Burası hastane yapımı için çok uygun ayrıca. Maraş dışında etrafındaki her yere doğrudan ulaşan yollar var. Muhammedilerin arasında aşkla ve ilgiyle çalışacak Alman bir doktor ve hemşire bulmak gerekir. İşin en zor kısmı da bu elbette.
Pazar sabahı Dr. Kalusd Protestan Kilisesi’nde bir konuşma yaptı, ben de öğleden sonra kadınlara hitap ettim. Genç vaizleri Adana’daki son katliamda1 öldürülmüş ve yerine birisi bulunamamış. Şimdi genç bir öğretmen onlara tanrının sözlerini okuyor. Malesef yaşamaları gereken hayat bu değil. Evanjelizm için ne büyük bir meydan.
Bir öğle vakti Kadı‘nın şehre bir saat mesafedeki bağına hasta bakmaya gittik. Bizi kendi hayvanlarıyla aldırdı. Çok zengin olan Kadı’nın içinde en az 12 çadırı olan muhteşem bir bağı vardı. Gelini hasta imiş. Böyle bir vizite için çok sabırlı olmak ve bol vakit ayırmak gerekir. Bağa vardığımızda önce biraz sohbet etmemiz icap etti. Tabi ki sadece beylerle… Sonrasında alışılageldik hoşgeldin kahvesi ikram edildi. Kısa bir süre oturduktan sonra hasta kadını çadırında görmemize izin verildi. Halsizliği dolayısıyla ara sıra dinlenmesi gerektiğinden muayene oldukça uzun sürdü. Bundan sonra, her zamanki gibi, Kadı’nın bazı akrabaları ve hizmetçileri de muayeneye geldi.
Ramazan ayındaydık ve alacakaranlık çökünce akşam yemeği için yemek çadırına geçtik. Çok geçmeden yemek başlangıcını işaret eden bir gümbürtü [iftar topu] duyuldu. Çadırda alçak bir taban üzerinde büyük, yuvarlak bir sini3 vardı. Altı erkek ve ben (normalde kadınlar ayrı yerler) Türk usulü sininin etrafına dizildik. Kadı’nın evli iki erkek çocuğu da çadırın dışında oturdular. Ben ise ara ara bana en iyi lokmaları sunan (kelimenin tam anlamıyla) Kadı’nın yanına oturdum. Bıçak ve tabak yoktu. Açık ekmek, çatal ve kaşıklarımızla bekliyorduk.
İlk önce ortaya lezzetli bir erişte çorbası kondu. Herkes iştahla kaşıkladı. Et yemekleri, sebze yemekleri, tatlılar ve böreklerden oluşan en az 12 çeşit yemek birbiri ardına geldi. Bunu İstanbul’dan zaten biliyordum, bu yüzden iştahımı her seferinde yemekten hoşlandıklarım için sakladım. Her gelen yemek olabildiğince hızlı tüketiliyor ve yemekler arasında iştahı açık tutmak için ağza birkaç tane üzüm atılıyordu. Son yemek olarak normal pilav geldiğinde rahat bir nefes almıştık. Ellerimizi yıkayıp, kısa bir sohbet eşliğinde koyu kahvelerimizi yudumladıktan sonra dönüş yoluna koyulduk.
Bitişikteki bağın sahibi ihtiyar muhterem Müftü, kapıya kadar gelerek bizi selamladı ve içeri buyur etti ancak vakit çok geç olmuştu. Aslında yeterince çadır bulunan bu bağlarda kalabilirdik ama kendi dairemize dönmeyi tercih ettik. İnsan bu tür ziyaretlerin yüküne seve seve katlanıyor ama keşke Rabbimizin yolu için de bir şeyler çıksaydı.
Türklere herhangi bir şey anlatmak o kadar zor ki; ancak birebir kendileriyle yaşayanlar bilebilir. Herkes onların efendilerinin sesini duyma arzusunu, ruhlarının kurtuluşuna dair endişeyi ve inançlarındaki tatminsizliği kalplerinde hissetmeleri ve bize gelip sormaları için dua ediyordu.
Afşin
Birkaç günün ardından Elbistan’dan ayrılarak harika bir otomobil yolunu kullanarak 4 saatte Yarpuz’a [Afşin] ulaştık. Burada tamamen farklı türden insanlarla karşılaştık. Hem Ermeniler hem de Türkler yarı yabani gibiler. Yalan söylemenin bir günah olduğu kabul edilmiyor. Pazar günü Tanrının Sözleri’ni dinleme imkanı bulan Protestanların (bunların da vaizleri yok) ne ilgisi ne de bağlılığı bulunuyor. Vaazlar esnasında çocuklar rahatça yaramazlık yapabiliyorlardı. Bu durum bir keresinde dayanılmaz bir noktaya geldi ve oğlan çocuklarından birini dışarı attım. Vaazın ardından daha büyükçe olan çocuklara da nasihat verince aileler bana teşekkür etti ve “İşte görüyorsunuz. Bizi dinlemeyen çocuklarımızı eğitmeniz için bize bir öğretmen göndermelisiniz!” dediler. Her yerde durum böyle. Kim bir tavuğun civcivlerini etrafına topladığı gibi bu çocukları etrafına toplayıp kalplerini İsa’nın sevgisiyle doldurarak onlara Tanrı’nın Sözleri’ni öğretmek istemez ki?
Rabbim “Bak, hepsi fos kabuklar değil, içi tam dolu mahsuller de var!” dercesine bana huzuru gösterdi. Çalışkanlığı ve taze doğası ile gözüme çarpan, süt tedariğimizi de yapan küçük bir kadın kendisini ziyarete gelmem için beni sık sık davet etti. Güzel bir akşam yolculuğunda Doktorla birlikte kendisini ziyaret ettik. Evin reisi çalışkan bir demirci. Yaşlı annesi geç saatlere kadar bağ ve bahçe işlerine koşturmasına rağmen eve canlı ve neşeli şekilde geliyor. Evin küçük hanımı ise tüm ev ve çiftlik işlerini özenle yerine getiriyor. Tam bir Hristiyan yaşantının kanıtı gibiydi bu ev. Bir süre bu aileyle oturmuştuk ki komşular çıkageldi. Adam bana bir İncil verdi ve “Tanrı’nın Sözleri’ni duymak için en doğru zaman bu olsa gerek” dedi. Rabbime kalpten şükranlarımı sundum. Onlarla, sadık kalmak istedikleri müddetçe kendilerini bir arada tutacak şekilde Rabbin İslam’ın da temel direklerinden biri olarak belirlediği Psalm 75’i özellikle 4. ayeti konuştuk.
Sonrasında da hep beraber yürüyüşe çıktığımız bahçede büyük eski bir vazo gördüm. İnsanlar burada topraktan kazarak çıkardıkları eski eşyaları kullanmaya devam ediyorlardı. Çoğu zaman içlerinde buğday veya para olan birçok çömlek ve kavanoz çıktığını söylediler. Yarpuz, Bizans döneminde Arabissos olarak bilinen önemli bir askeri istasyondu. Doğu Toros geçitleri korumakla görevli Klerisourak’ın4 da ikametgahıydı. Arabissos çok zengin ve güzel bir şehirmiş. Günümüze ulaşan çok sayıda mermer sütun kalıntısı buna tanıklık ediyor. Türklerin evlerini süslemek için genellikle duvarlarda ve çoğu zaman ters çevrilmiş şekilde kullandıkları çok güzel antik sütunlar gördük. Sütun kaideleri de Yarpuz evlerinde sık sık karşımıza çıktı. Yakın zamanda da iç tarafı beyaz dış tarafı siyah ya da tam tersi şeklinde olan karo taşlarıyla döşeli bir zemin bulunmuş. Şimdilerde Ağa’nın biri bu taşlarla kendi mutfak zeminini kaplamak istiyormuş. Haç motifli ve Grekçe yazılı pek çok mezar taşı da var. Haç motifli taşlar Ermeni mezarlıklarında tekrar kullanılıyor. Geri kalanları, özellikle de sütunlar, bir keresinde bizim de uğradığımız Türk mezarlığında, rengarenk bir kargaşa halinde (fotoğrafa bakınız) gözleri kamaştırmaya devam ediyordu.
Şimdilik bu kadar. Yazının devamını en kısa sürede çevirerek güncelleyeceğim. Devam eden bölümlerde özellikle Eshab-ı Kehf ve Göksun’daki büyük deprem anlatımlarının dikkat çekici olduğunu hatırlatırım.
Dipnotlar
1. 1909 Adana olayları kastediliyor.
2. Maraş Alman Hastanesi Başhekimi. Genel Cerrah olan Muellerleile Maraş’ta görev yaptığı dönemde kadın hastalıkları, göz hastalıkları ve bu hastalıkların ameliyatlarında da kendini geliştirmişti.
3. Büyük yuvarlak bir tabak olarak tabir ediliyor orjinal metinde.
4. Bizans’da Kleisoura olarak bilinen imparatorluk sınırlarını korumak için oluşturulan askeri merkezlerin yöneticisi.